
İÇİMİZDEKİ ÖĞRETMEN
Okuldan paydosta çıkan öğrenciyle, cezaevinden çıkan mahkum kadar birbirine benzeyen başka iki şey yoktur. Peki, teneffüste bahçeye çıkan çocuklar neden çıldırmış gibi bağırır?Öğrenciler devlet okuluna girdikten sonra otoriteye boyun eğmeleri, başkalarının istediğini yapmaları için eğitilirler. Okul bahçesinde öğrencileri azarlamak, aşağılamak için yapılan konuşmalarda bir okul müdürünün öğrencilere “buraya sizi biz çağırmadık, kendiniz geldiniz. O halde buradaki kurallara uyacaksınız” dediğini biliyorum. Okul öğretmenlerindir. Öğrencilerse yalnızca onların dediklerini yapmak için eğitilen nesneleşmiş insanlardır.Öğretmenler çocukları birbirleriyle yarıştırırlar. Onları korkuturlar. Kötü bir gelecek tablosu çizerler. Eğitimi kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir yapı olarak gösterirler. Gerçekte kazananlar uyumlu, her denileni yapan, “çalışkan” dedikleri çocuklardan çıkar. Bunlar için kazanmak, egemenlerin istediği toplumsal düzende, eğitimle oluşturulan bu kişilik yapılarıyla toplumsal sınıflamada üst sıralarda yer almaktır. Kaybedenlerse onları yalnız kendileri bilir, kimse tanımaz onları.Bu yarıştırmaların öğretmenler için de bir katkısı olmalıdır tabii. Öğretmenler, kazanan-kaybeden senaryolarını kendi çıkarları için kullanırlar. Otoritenin düzeni sürmesi karşılığında öğretmenlere tanıdığı bir ayrıcalıktır bu ticaret. Bugün Türkiye’nin merkezi yerlerindeki okullarda müthiş bir ticaret vardır. Öğretmenler, öğrencileri okul kurslarına çağırırlar. Çalıştıkları dersaneye yönlendirirler. Ekonomik durumu iyi olan öğrencileri belirleyip onları özel ders almaları için zorlarlar (Daha çok matematik, fen grubu ve edebiyat derslerinde). Bunu öğrenciye özellikle zayıf vererek sağlarlar. Öğrenciler, öğretmenin anlattığını ezberleyip öğretmene vermekte yetenekliyseler, öğretmen ders anlatmayı bırakıp, anlatmadığı yerden soru sormaya başlar. Böylece öğrenciler özel ders için hazırdır. Kimi zaman kalın kafalı veliler vardır gider başka öğretmenlerden çocuğuna özel der aldırır. O zaman o velinin öğrencisi ağzıyla kuş tutsa o öğretmenin dersinden geçemez. Bu arada öğretmen bu “paralı” öğrencileri avlama peşindeyken, hiçbir şeyden habersiz “sadece iyi vatandaş üretime bandındaki öğrenciler” sınavlarda dökülmektedir. Bu öğrenciler, çalışmamakla, derste çok konuşmakla, serserilikle, tembellikle damgalanırlar.Öğrenci-öğretmen ilişkisi bir güç ilişkisidir: patron-işçi, efendi-köle, ezen-ezilen, komutan-er…Öğretmenin ve öğrencinin beden dilinin anlatımı bu güç ilişkisini, gücü gösterenle, güçsüzün güçsüzlüğünü gösterir. Öğretmenlerin çoğunlukla bu tür bir iletişimi içsel bir davranışla yaptıklarını biliyorum. Çünkü onlar öğrenci-öğretmen iletişiminin yapısını öğrencilik yıllarında öğretmenlerinden görmüşlerdi. Bu görme gerçekte bir tür kurulma, ayarlanmadır. Öğrenme oluştuğu ortamın bütün özeliklerini içirir. Sınıftaki sorunlarını çözmeye çalışan bir öğretmen bu güç iletişimini kurduğu zaman bu güç iletişiminin konusunu, araçlarını, dil kullanımlarını, duygularını, beden dili kullanımlarını, süresini vb. daha nice öğeyi öğrenciye “öğretmen” diye sunmaktadır. Bu çocuk öğretmen olduğu zaman sınıftaki sorunlarını öğrencilik yıllarında öğrendiği durumsal davranışlar, dil kullanımları, beden dili kullanımlarıyla yani “öğrencilik yıllarında edindiği “içindeki öğretmen”le çözecektir. Öğretmen olacak bu çocuk, öğretmenliği öğrenmek için üniversiteye gitmedi mi, diye sorabiliriz. Üniversiteler öğrencilerin öğretmenliği öğretmenlerinden öğrendikleri gibi yapmalarına inandırıldığı yerdir. Üniversite az da olsa öğrencilik yıllarında öğretmene, eğitime, okula karşı özgürlüğünü sezgisel olarak kavramaya çalışan öğrencileri “başka tür bir öğretmenlik olmadığına” ikna etme yeridir.Üniversitedeki öğrencilerin hatta öğretim üyeleri ve görevlilerinin eğitime bakışları, eğitimi kafalarında canlandırmaları eğitim, öğretmen, okul vb. içselleştirdikleriyle sınırlı. Bir öğretmenlik bölümünde bir öğretim üyesinin bir öğrenciyi yanına çağırıp sigara aldırmasına tanık olabilirsiniz. Bu ilk ve ortaöğretimde her okulda her gün birkaç kere gerçekleşen bir olaydır. Öğretmene çay götürmemiş, sigara almamış, onun çantasını taşımamış ya da özel bir işini yapmamış öğrenci yoktur. Hatta öğrencilik yılların bu tür bir hizmeti en az beş kere yapmayan da yoktur.Okula, öğretmene ve aileye göre çocuklar; onların belirlediği bilgi, beceri ve davranışları onların belirlediği biçimde ve zamanda öğrenmelidir. Öğretmenler, çocukları ilgi ve istek duymadığı konularda, benimsemedikleri biçimlerde çalışmaya zorlarlar. Öğretmenler çocukların kendi öğrenmelerine kendilerinin karar vermesini istemezler.Öğrenciye öğrenme süreciyle yani neyi, niçin, nasıl öğreneceklerine ve öğreneceklerinin ne işe yarayacağına ilişkin bilgi vermezler; çünkü öğrencilerin çevresini görmesini istemezler. Öğretmenler, öğrencilerin öğrendiklerinin yaşamla bağını kurmazlar; öğrenmenin yararına ilişkin değerlendirme yapmazlar: çünkü öğretimin tek yararı var olan düzenin sürmesi içindir. Ama görünürde olan “toplumdaki cehaleti yenmek için yurdun dört bir köşesinde cehaletle savaşan eğitim ordusunun kutsal askeri öğretmenin yurdunun insanını eğitmek için verdiği üstün mücadeledir.” Öğrencinin amacıysa, öğretmenin memurluğunu yaptığı düzenin egemenlerinin istediği güdülebilir kişi olmaktır. Eğitim bittiğinde öğrenci de biter; öğrenci yaşamaz, öğrencinin içinde özgürlüğünü her şeyi temsil eden bir genel öğretmen (engelleyici) yaşar.Ülkemizdeki eğitimde, okulun yapısında, okul yönetiminde, idareci, öğretmen, öğrenci, veli ilişkilerinde, öğrenme ortamlarında ve bu ortamların kullanımında despotik davranış vardır. Okul despotik davranışla yükselir. Öğretmenler kendilerini her şeyi gören, bilen mutlak varlık olarak görürler. Öğrencinin karşısına her zaman Tanrı gibi çıkarlar. Her şeyi bilendir onlar. Takdir eden, cezalandıran, affeden (mutlaka istenen bir davranışın karşılığında affedilir.) öğretendir onlar. Zaten onlar tek kitaplı insanlardır.Öğretmenler, düzeni, yanlışı sürekli kılan insanlardır. Ama çoğu bunun farkında bile değildir. Daha özgür bir eğitim ve toplum için kim mücadele edebilir?
Okuldan paydosta çıkan öğrenciyle, cezaevinden çıkan mahkum kadar birbirine benzeyen başka iki şey yoktur. Peki, teneffüste bahçeye çıkan çocuklar neden çıldırmış gibi bağırır?Öğrenciler devlet okuluna girdikten sonra otoriteye boyun eğmeleri, başkalarının istediğini yapmaları için eğitilirler. Okul bahçesinde öğrencileri azarlamak, aşağılamak için yapılan konuşmalarda bir okul müdürünün öğrencilere “buraya sizi biz çağırmadık, kendiniz geldiniz. O halde buradaki kurallara uyacaksınız” dediğini biliyorum. Okul öğretmenlerindir. Öğrencilerse yalnızca onların dediklerini yapmak için eğitilen nesneleşmiş insanlardır.Öğretmenler çocukları birbirleriyle yarıştırırlar. Onları korkuturlar. Kötü bir gelecek tablosu çizerler. Eğitimi kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir yapı olarak gösterirler. Gerçekte kazananlar uyumlu, her denileni yapan, “çalışkan” dedikleri çocuklardan çıkar. Bunlar için kazanmak, egemenlerin istediği toplumsal düzende, eğitimle oluşturulan bu kişilik yapılarıyla toplumsal sınıflamada üst sıralarda yer almaktır. Kaybedenlerse onları yalnız kendileri bilir, kimse tanımaz onları.Bu yarıştırmaların öğretmenler için de bir katkısı olmalıdır tabii. Öğretmenler, kazanan-kaybeden senaryolarını kendi çıkarları için kullanırlar. Otoritenin düzeni sürmesi karşılığında öğretmenlere tanıdığı bir ayrıcalıktır bu ticaret. Bugün Türkiye’nin merkezi yerlerindeki okullarda müthiş bir ticaret vardır. Öğretmenler, öğrencileri okul kurslarına çağırırlar. Çalıştıkları dersaneye yönlendirirler. Ekonomik durumu iyi olan öğrencileri belirleyip onları özel ders almaları için zorlarlar (Daha çok matematik, fen grubu ve edebiyat derslerinde). Bunu öğrenciye özellikle zayıf vererek sağlarlar. Öğrenciler, öğretmenin anlattığını ezberleyip öğretmene vermekte yetenekliyseler, öğretmen ders anlatmayı bırakıp, anlatmadığı yerden soru sormaya başlar. Böylece öğrenciler özel ders için hazırdır. Kimi zaman kalın kafalı veliler vardır gider başka öğretmenlerden çocuğuna özel der aldırır. O zaman o velinin öğrencisi ağzıyla kuş tutsa o öğretmenin dersinden geçemez. Bu arada öğretmen bu “paralı” öğrencileri avlama peşindeyken, hiçbir şeyden habersiz “sadece iyi vatandaş üretime bandındaki öğrenciler” sınavlarda dökülmektedir. Bu öğrenciler, çalışmamakla, derste çok konuşmakla, serserilikle, tembellikle damgalanırlar.Öğrenci-öğretmen ilişkisi bir güç ilişkisidir: patron-işçi, efendi-köle, ezen-ezilen, komutan-er…Öğretmenin ve öğrencinin beden dilinin anlatımı bu güç ilişkisini, gücü gösterenle, güçsüzün güçsüzlüğünü gösterir. Öğretmenlerin çoğunlukla bu tür bir iletişimi içsel bir davranışla yaptıklarını biliyorum. Çünkü onlar öğrenci-öğretmen iletişiminin yapısını öğrencilik yıllarında öğretmenlerinden görmüşlerdi. Bu görme gerçekte bir tür kurulma, ayarlanmadır. Öğrenme oluştuğu ortamın bütün özeliklerini içirir. Sınıftaki sorunlarını çözmeye çalışan bir öğretmen bu güç iletişimini kurduğu zaman bu güç iletişiminin konusunu, araçlarını, dil kullanımlarını, duygularını, beden dili kullanımlarını, süresini vb. daha nice öğeyi öğrenciye “öğretmen” diye sunmaktadır. Bu çocuk öğretmen olduğu zaman sınıftaki sorunlarını öğrencilik yıllarında öğrendiği durumsal davranışlar, dil kullanımları, beden dili kullanımlarıyla yani “öğrencilik yıllarında edindiği “içindeki öğretmen”le çözecektir. Öğretmen olacak bu çocuk, öğretmenliği öğrenmek için üniversiteye gitmedi mi, diye sorabiliriz. Üniversiteler öğrencilerin öğretmenliği öğretmenlerinden öğrendikleri gibi yapmalarına inandırıldığı yerdir. Üniversite az da olsa öğrencilik yıllarında öğretmene, eğitime, okula karşı özgürlüğünü sezgisel olarak kavramaya çalışan öğrencileri “başka tür bir öğretmenlik olmadığına” ikna etme yeridir.Üniversitedeki öğrencilerin hatta öğretim üyeleri ve görevlilerinin eğitime bakışları, eğitimi kafalarında canlandırmaları eğitim, öğretmen, okul vb. içselleştirdikleriyle sınırlı. Bir öğretmenlik bölümünde bir öğretim üyesinin bir öğrenciyi yanına çağırıp sigara aldırmasına tanık olabilirsiniz. Bu ilk ve ortaöğretimde her okulda her gün birkaç kere gerçekleşen bir olaydır. Öğretmene çay götürmemiş, sigara almamış, onun çantasını taşımamış ya da özel bir işini yapmamış öğrenci yoktur. Hatta öğrencilik yılların bu tür bir hizmeti en az beş kere yapmayan da yoktur.Okula, öğretmene ve aileye göre çocuklar; onların belirlediği bilgi, beceri ve davranışları onların belirlediği biçimde ve zamanda öğrenmelidir. Öğretmenler, çocukları ilgi ve istek duymadığı konularda, benimsemedikleri biçimlerde çalışmaya zorlarlar. Öğretmenler çocukların kendi öğrenmelerine kendilerinin karar vermesini istemezler.Öğrenciye öğrenme süreciyle yani neyi, niçin, nasıl öğreneceklerine ve öğreneceklerinin ne işe yarayacağına ilişkin bilgi vermezler; çünkü öğrencilerin çevresini görmesini istemezler. Öğretmenler, öğrencilerin öğrendiklerinin yaşamla bağını kurmazlar; öğrenmenin yararına ilişkin değerlendirme yapmazlar: çünkü öğretimin tek yararı var olan düzenin sürmesi içindir. Ama görünürde olan “toplumdaki cehaleti yenmek için yurdun dört bir köşesinde cehaletle savaşan eğitim ordusunun kutsal askeri öğretmenin yurdunun insanını eğitmek için verdiği üstün mücadeledir.” Öğrencinin amacıysa, öğretmenin memurluğunu yaptığı düzenin egemenlerinin istediği güdülebilir kişi olmaktır. Eğitim bittiğinde öğrenci de biter; öğrenci yaşamaz, öğrencinin içinde özgürlüğünü her şeyi temsil eden bir genel öğretmen (engelleyici) yaşar.Ülkemizdeki eğitimde, okulun yapısında, okul yönetiminde, idareci, öğretmen, öğrenci, veli ilişkilerinde, öğrenme ortamlarında ve bu ortamların kullanımında despotik davranış vardır. Okul despotik davranışla yükselir. Öğretmenler kendilerini her şeyi gören, bilen mutlak varlık olarak görürler. Öğrencinin karşısına her zaman Tanrı gibi çıkarlar. Her şeyi bilendir onlar. Takdir eden, cezalandıran, affeden (mutlaka istenen bir davranışın karşılığında affedilir.) öğretendir onlar. Zaten onlar tek kitaplı insanlardır.Öğretmenler, düzeni, yanlışı sürekli kılan insanlardır. Ama çoğu bunun farkında bile değildir. Daha özgür bir eğitim ve toplum için kim mücadele edebilir?
Yorumlar